Hatırlıyorum da küçük bir çocuktum, mini minnacık. Her Pazar akşamı
dedemlerde toplanırdık küçük bir aileydik ama herkes orada olurdu. Hep birlikte
masa örtüsü serilir, sofra kurulur, uzun uzun bitmeyen sohbetlerle yemek yenir,
biraz da demlenilirdi. Karşılıklı latifeler yapılır, duran zamanda bir arada,
aile olmanın keyfi sürülürdü.
Bir gün oğluma bakıp ‘ne de yavaş yiyor gene’ diye düşünürken, bir çocuğun
en naif hali ile dedi ki: ‘Birazcık
sohbet edelim baba, aceleye gerek var mı?’ O an afalladım, küçüklüğüm
aklıma geldi, güzel sohbetli yemekler, koşturmasız yaşamlar...
Hayat aslında bir varış noktası değil bir yolculuk. Kendi koyduğumuz sanal
hedeflerimize koşarken ve tabii ki çevremizdekileri koştururken keyfini sürmeyi
ıskaladığımız bir yolculuk aslında.
‘Peynirimi kim kaptı’ çok satan kitaplar arasında (pek çok kişiye önerdiğim)
başarılı bir çalışma. 2 farecik ile 2 insancık bir labirentte peynir peşinde
koşarlar. Sonra bir gün peynir bozulmaya başlar ve sonunda biter. İşte değişim
gerçekleşmiştir ve kocaman bir krize dönüşmüştür. Mırın ile Kırın, geçmiş
peyniri yad edip tekrar eski günlere dönmenin hayalini kurarken, Koklarca ile Koşarca
yeni peynirler bulmak için harekete geçerler. Kitabı okuyan herkes kendisini bu
4 karakter arasında bir yerlere konumlar. Birlikte çalışma fırsatı bulduğum pek
çok kişi Mırın ile Kırın arasında gider gelir. Nadiren Koklarca’lar çıkar.
Fakat şu da bir gerçek ki ben bir Koşarca’yım. Ortaya atılan bir fikir olsun,
aklıma gelen bir düşünce hiç fark etmez, ben hemen harekete geçerim. Dünü,
bugünü, yarını analiz eder, planlarımı yapar ve eyleme geçerim. Herkes
düşünürken ben yapar ve bitiririm. Bu yaklaşım bugüne kadar bana çok şey kazandırdı.
Hiç geç kalmadım, hiç yarım bırakmadım. Sadece yıllar sonra fark ettim ki
kocaman bir yarışın içerisinde koşuştururken bir şeyleri kaybetmişiz. ‘Hadi kızım’, ‘yesene oğlum’, ‘bak geç
kalıyorsun ama’, ‘hadi bitir şunu artık, bekliyorum’, ‘yine geç kaldık’, en
çok kullandığım klişelere dönüşmüş. Labirentte koştururken hayatı ıskalamaya
başlamışız.
Diğer yandan hızı seviyorum ben; araba kullanırken, işimi yaparken,
düşünürken, hesaplarken, tabii ki yemeğimi yerken, spor yaparken. Koşarca
olmanın kattıklarını asla yadsıyamam. Pek çok alanda fark yaratmamı sağladı.
Bir gün İsveç’te çalışırken Finli yöneticim ‘o kadar hızlı gidiyorsun ki insanlar yetişemiyor’ demişti. Evet, o
kadar hızlı gidince çevredekiler yetişemiyor, zirveye çıksan da yalnızlık
başlıyor. Kendine ve çevrene yarattığın stres ekleniyor. 5 dakikada yenen yemek
kesinlikle karın doyurup gereken enerjiyi veriyor; ancak keyif vermiyor.
Bir süredir dikkat ediyorum, Koşarca olmak hala güzel. Sadece artık
biliyorum ki Koşarca’nın bir de Kamburu var. Bu benim tarzım, benim kişiliğim
ve ona çok şey borçluyum. Sadece artık kamburumun farkındayım. Elimden
geldiğince ayrıştırmaya ve dikkat etmeye çalışıyorum.
Birincisi ‘aciliyet’ yaratmamaya
çalışıyorum. Örneğin sabah 20 dakikada koşturarak evden fırlamak yerine 20
dakika daha erken kalkıp rahat rahat işlerimi yapıyorum.
İkincisi tadına varmaya çaba gösteriyorum. Ailemle yediğim yemeğin biraz
daha uzaması bırakın kaybettirmeyi neler kazandırır bana, artık dikkat
ediyorum.
Üçüncüsü önemli işlerimin arasındaki ilişkiler kısmının altını tekrar
tekrar çizdim. Birisi ile beraberken telefon, mesajlar, veya yetişilecek işler
olmadan gerçekten orada olmak ne kadar güzel. Çevremdekilere zaman ayırıyorum,
göz ucuyla da olsa başka şeylere bakmadan orada olmaya çaba gösteriyorum.
Ve bekliyorum. İnsanları, çocuklarımı, grupta daha yavaş motor kullanan
arkadaşları, öndeki kamyonun sollamasını. Alzheimer’ın pençesindeki babamın
dakikalarca düğmesini iliklemesini beklerken çok şey öğrendim kendisinden. Onu
aklıma getiriyorum, herkes hızlı olmak zorunda değil ki.
Bunları duyunca sanmayın ki süper oldum. Hayır, zaman zaman geliyorlar bana
da. Bazen havamda olmayabiliyorum. Bazen hemencecik yapıveriyorum. Kimi zaman acele etmem gerekiyor, ya da yemeğin ortasında millet
iki kaşık aldı, sen bitiriyorsun sakin ol demem gerekebiliyor. İyi
haber şu ki farkındayım ve gelişiyorum. Bir adım attım ve arkası geliyor.
Dünyanın en sakin, en yavaş veya en dingin insanı olmak gibi bir hedefim yok.
Olmak da istemem zaten. Sadece kamburumla barıştım ve içimdeki koşarcayı
yönetebileceğimi gördüm. Yaşadığım git-gellerle kendi sentezimi oluşturuyorum.
Biliyorum ki sonuç çok daha iyi olacak.
Ben bunları yapıyorum, peki siz ne yapıyorsunuz?
Eren İkiz
Kaynakça
Resim 1: Noxx Anindhito
Resim 2: Martin De Pasquale