Hoşgörü 'Güç' Gerektirir; barışın hayatla


Buğday Tarlası ve Kargalar - Vincent van Gogh

Bizim müdürümüz çok serttir, hiç tahammülü yoktur, her şeyi hemen ister. Sesi koridorda çınlar… bu cümleleri ne çok duyuyorum eğitimlere gelenlerden. Zaman zaman şahit oluyorum kızgın, sinirli, vara yoğa kulp takan, hoyrat, hoşgörüsüz. Ya ufacık işler yapıp dünyayı ayağa kaldıranlar. Herkese böbürlene böbürlene başarılarını anlatanlar. Yukarıdan aşağıya, iş dünyasından sosyal ortamlara, yönetimden çalışana kadar her yerdeler. Peki neden böyleler? Daha da ilginci bu insanlara prim veren, onları alkışlayan bizler neden böyle yapıyoruz?
Konu gerçekten çok ilginç. Mesela Lego benim köpeğim. Yaklaşık 40 kilo ağırlığında bir Alman kurdu. Diğer yetiştiricilerle eğitimciler, ona ‘sir’ veya ‘beyefendi’ diyorlar. Sebebi çok basit; etraftaki irili ufaklı bütün köpekler delicesine havlarlar bize, bıraksanız üzerimize atlayıp parçalayacak gibi saldırırlar. Ama hiç biri birkaç metreden daha yakınımıza gelmez. Serbest olsalar da, arada bahçe çitleri olmasa da gelmezler, Tüm bunlar olurken Lego aralarından yürür, rahat ve vakur, hatta tasmasız. Zira bilir ki hiç biri ona zarar veremez. Onun hiç birinden, hiçbir şeyden korkusu yoktur, kaygısı yoktur, hırsları yoktur. Özgüveni tamdır, kendinden emindir. Hayatla ve onun getirdikleri ile barışıktır. Diğerleri için ise bu bir ölüm kalım savaşıdır. Lego’nun onların alanına girmemesi için caydırmak isterler, korkup vaz geçmesini, onların zayıflklarını öğrenmemesini isterler.
Lego

İşte işin özü tam da buradadır. Çevremizdeki o saldırgan kişilerin aslında en kırılgan kişiler olduğunu hiç düşündünüz mü. Onların kaygılarının, korkularının ne kadar çok olduğunu, senin bunu görmemen için ellerinden geleni yaptıklarını. Gerçekten, kurdukları bu kalın duvar, sert görünüm, saldırgan tavırlar ile aslında yaptıklarının diğerlerini uzak tutmak, özlerine inmesini engellemek, böylece içlerindeki o zayıf çocuğu saklamak olduğunu bilmiyor muydunuz?
Çözüm mü; Onlardan empati beklemeyin, gösteremezler, bunu yapacak güçleri yok. Siz gösterin onlara. O çocuğun zamanında nasıl kırıldığını, tıpkı kırılan bir uzuv gibi sert koruma duvarlarının arkasında saklanmaya çalıştığını düşünün ve onları hoşgörün. Her şeye karşın elinizi uzatıp dokunmaya çalışın. 
Şunu da unutmayın; Sizin gördüğünüz ‘ego’, ‘özgüven’ değil. Birisinin sessiz, sakin olması o kişinin özgüveninin olmadığı anlamına gelmez. Aksine hoşgörü ‘güç’ gerektirir, ‘güven’ gerektirir. 
Siz de kendinizi, kendi kurduğunuz o sert, sinirli duvarın ardında buluyorsanız zaman zaman, girin içeri ve bakın; o kırılmış çocuk nerede, kim kırdı, nasıl kırdı? Beni böylesine zıvanadan çıkaran özünde nedir diye sorun kendinize, sizi böylesine korkutup saldırganlaştıran. Önce o çocuğu iyileştirin. Bırakın o dışarı çıksın, hayatını yaşasın. Hadi, siz de barışın artık hayatla...
Sevgiyle kalın.
Eren ikiz 

Kapanan Kapılar Ardında Kaybolan Hayatlar

Çocukların sahip olduğu cevherin farkında mısınız dostlar? Pırıl, pırıl, zehir gibi, kıpır, kıpır, cesur mu cesur, sevgi dolu. Sonra ne oldu da çevrenizdeki onca insan böyle oldu; sıradan, bir kısmı hoyrat, pek çoğu bencil ve saygısız, bir kısmı ise korkak, hemen hepsi dünkü hayallerinden uzak. Peki siz; siz bugün neden böylesiniz?

Koskocaman bir ev hayal edin, bir sürü odası olan bir saray. İşte o ev sizdiniz, her odası da içinizdeki bir meziyet, bir yetenek, bir düşünce, bir duygu.
Sonra babanız emniyet şeridinden girip kırmızıya aldırmadan geçti, tam son anda herkesin önüne kırıp sağa girdi. Hatırlatacak oldunuz; İşim gücüm var, onları mı bekleyeceğim, yapabiliyorlarsa onlar da yapsın dedi. Ve siz öğrendiniz; gücün yetmiyorsa saygı göstereceksin, yetiyorsa ezebilirsin. Bir odanın ışıkları söndü, kapısı kapandı ve kilitlendi.
Yaptığınız resmi gösterdiniz büyüklerinize. Neden bunlarla uğraşıyorsun, matematik çalışsana dediler. Ve bir kapı daha kapandı, sanata dair, bir oda daha mühürlendi.
İlerden köpeği ile gelen birisini gördünüz. Tam onlara doğru koşacakken anneniz sertçe çekti, ‘dikkat et, köpeği görmüyor musun’ deyip sizi diğer tarafa kaçırdı. Ve bir oda daha kapandı, hayvanlarla ilgili.
Tam fikrinizi söyleyecektiniz, oysa dün okulda duymuştunuz. Sertçe sözünüz kesildi. ‘Sen karışma bakiim. Hadi git oyununu oyna’ dediler. Bir oda daha gitti hayatınızdan, ifade etmek, konuşmakla ilgili.
Gazetelerdeki haberleri okudunuz, videoları gördünüz, fikriniz söylediği için insanların başına gelenlerle ilgili, bir odanın daha ışıkları söndü.

Odalar bir biri ardına kapanırken siz koskoca şatoda bir kaç oda içerisinde kapana kısılmış kala kaldınız. Yapamadığınız, denemediğiniz, cesaret edemediğiniz, vaz geçtiğiniz her şey başka bir odada mühürlü, bir kısır döngü içinde kendi kaderine isyan eden.



İşte bizlerin hikayesi bu. O cevherler birer birer yitip gidiyor. O kadar çok duyuyorum ki; aslında sesim güzeldir, iyi şarkı söylerim, elim resme yatkındır, küçükken hep doktor, mimar, tiyatrocu olmak isterdim, iyi top oynardım, okulda münazara kulübündeydim diyenleri. Şimdi ise bütün bunlardan çok uzak  hayatlarını yaşıyorlar. Daha da vahim olanı hiç denemedikleri hayalleri olan insanlar var. Kitap okumayan, sanatla ilgilenmeyen, saygıyı sadece korku karşısında gösteren, topluluk önünde iki kelimeyi bir araya getiremeyen veya konuştuğunda ne dediği anlaşılmayan; ve daha nicesi bir sürü insan

Kafalarının içerisindeki kocaman şatolarında kullandıkları bir kaç odada mahpus.

İnsanlar yeni fikirlere ve yaklaşımlara itiraz ederler. Kendilerinin denemediği, yapmadığı veya yapamadığı şeyler onları rahatsız eder ve egoları devreye girer, karşı fikrilerde hatalar, eksikler aramaya başlarlar.

Sizin ufaklığı hatırlıyor musunuz, yan odada oynadığını zannettiğiniz çocuk nasıl günler sonra diğer odada konuştuklarınızı kelimesi kelimesine tekrarlıyor. Shoshin yeni başlayanların zihni demek. O çocuğun zihni yepyeni bir sayfa kadar temiz; kalem değse iz yapıyor. Sizinki öyle mi ya; yaşananlar, olaylar, doğru yanlış bir sürü bilgi, yenen tokatlar, işitilen sözler. Sizin sayfanızda boş nokta kalmamış. Bir kısmı geri gelmeyecek bu odaların, biliyorum. Ama hadi, 2 söz istiyorum sizden; açın bir beyaz sayfa.

Birincisi deneyeceğim sözü. Ne zamandır yapmak istediğiniz şeyi yapmayı, sonunu düşünmeden, başarısızlığı, başkalarının ne diyeceğini aklınıza getirmeden, deneyeceğim, bir kere olsun deneyeceğim sözünü.

İkincisi ‘kendi korkularımı, kendi yargılarımı çocuğuma aktarmayacağıma söz veriyorum’ demenizi istiyorum. Onları kısıtlamayacağım, engel olmayacağım, özgür kılacağım, denemesine yardım edeceğim sözünü ki o odalar kapanmasın, o temiz sayfa lekelerle, karalamalarla  dolmasın.


Haydi 2 söz istiyorum, denemeye dair...

Eren İkiz

Ölçme Değerlendirme Merkezinde Başarı Yolları


20 yılı aşkın süredir farklı kurum ve kuruluşlarla Ölçme Değerlendirme Merkezi (Assessment Development Center) uygulamaları yapıyoruz. Her çalışma öncesinde katılımcılara ve ilgili insan kaynakları birimlerine benzer hatırlatmaları yapıyoruz, pek çok kişi bize ulaşıp ‘ haftaya assessment’a çağırdılar hocam, ne yapayım’ diye soruyor; en sonunda bir de buradan yazayım bazı tüyolar vereyim dedim.

En önemli soru çalışma, ölçme merkezi mi (AC) yoksa değerlendirme merkezi mi (DC) sorusu. Zira Ölçme Merkezi belirli bir pozisyon için adayların arasından en doğru adayı bulmak için yapılır ve sonucunda bir seçim vardır. Değerlendirme Merkezi ise mevcut adayların güçlü ve gelişmesi gereken alanlarını tespit edip farkındalık yaratmak ve bu noktalarda gelişim planları yaparak desteklemek için yapılır. Sizi hangisine çağırdılar?

Ölçme Merkezleri genelde grup halinde katılınan, bir münazara, tartışma ve/veya ekip oyunu barındıran çalışmalardır. Burada genel olarak iyi dinlemek, mutlaka katılımcı olmak, doğru yorumlamak, etkin iletişim becerileri sergilemek; gülümsemek, açık ifadelerle ve yüklemli cümlelerle iletişim kurmak gibi; ve çalışmadan öncelikle keyif almaya çalışmak önemlidir.




Değerlendirme Merkezinde ise genellikle işlerin birbirine girdiği çok sıkışık bir ortamda etkin planlama ve organizasyon yapılması gereken bir veya birkaç vaka, üst ile görüşme, sorunlu bir ast ile görüşme, ekip çalışması içeren bir çalışma, hatta müşteri görüşmesi veya üst yönetim toplantısı ile karar verme gibi adımlardan oluşur. Burada daha kapsamlı bir değerlendirme yapılır ve katılımcıya detaylı geri bildirim verilir.


İyi de nasıl başarılı olacağız, biz tiyatrocu değiliz gibi yorumlarınız için de işte size birkaç tüyo;


  •      Değişmek için geç kaldınız. Onca yıldır sizi başarıya taşıyan özelliklerinizi bir kenara atıp hiç olmadığınız biri gibi davranmaya çalışmak sizi başarısızlığa götürür. Çünkü  bu durumda güçlü özelliklerinizi sergilemek yerine gelişim alanlarınızı ortaya çıkarırsınız. Sonuçta danışman güçlü yanlarınızı göremediği gibi tam olarak üzerinize oturmayan gelişim yanlarınızı net olarak görür ve raporunuz hak etmediğiniz kadar çok sayıda gelişim alanı içerir. Bırakın güçlü yanlarınız sizi yukarı taşısın, danışman da üzerine yatırım yapmanız gereken birkaç noktayı görüp sizi doğru eğitimlere yönlendirsin.


  •       Detaylara takılmayın, büyük resme odaklanın. Zaman yönetimi en kritik unsurlardan birisidir. Önce genel olarak değerlendirmenizi yapıp bir strateji belirleyin; örneğin fırsat çok, büyümeye odaklanmak gerek veya önemli sorunlar var, önce bunları çözmek gerek gibi.


  •  Sonra yapılması gerekenlerin ve vakalarda belirtilen işlerin  Acil-Önemli ayrımını (Eisenhower matrix) net olarak yapın. Sonra sadece acil ve önemli olan konularda, yeterince ayrıntıya girin. Büyük resmi kaçırıp detaylarda kaybolan bir yönetici adayının işinin zor olacağını unutmayın.


  •    Aralarda, öncesinde birbiriniz ile konuştuğunuzu biliyorum. Bunda sakınca yok ama lütfen kimsenin ne dediğine bakmayın; kendi kararlarınızı alın ve her bir kararınızın arkasında mutlaka net sebepleriniz olsun. Tüm bu kararlar ve eylem planlarınız birbiri ve ortaya koyduğunuz strateji ile paralel olsun.


            Unutmayın yöneticiler;
o   büyük resmi görür,
o   bu doğrultuda net kararlar alır,
o   bu kararları hayata geçirecek inisiyatifler ve adımlar planlar,
o   ekibini bu ortak hedefe motive edip peşinden sürükler ve
o   sonuç üretir.
Hazırlığınızı değerlendirirken makro-karar-plan-eylem akışını oluşturduğunuzdan emin olun. Uygulama sırasında da bunu etkin iletişim becerileri ve motive edici yaklaşımlar ile destekleyin.

  •       Eğer vaktiniz var ise ve henüz yapmadıysanız Stephen Covey’in ‘Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı’ isimli kitabını notlar alarak iyice çalışın. Günlük yaşantınızda uygulamaya geçirin, çalışmaya, öğrenmiş olarak girin. Sonucu en az 1-2 puan etkileyecektir.


  •        Duyduğunuz mitleri bir kenara atın, olumlu haberlerin dedikodusu prim yapmaz. Sorun yaşayan kişilerin koridor FM’den yaydıklarına itibar edip motivasyonunuzu düşürmeyin. Başlamadan bir enerji artırıcı egzersizi ayrıca tavsiye ederim.


  •     Mutlaka katılımcı olun.



İnsan Kaynaklarına da Değerlendirme Merkezleri ile ilgili tavsiyem var. Amacınız ‘açıkta yakalamak’ değil geliştirmek olduğuna göre, katılımcılarınızın çalışma öncesindeki  meşhur, ‘ölçüleceğim’ tadındaki sınav stresinin avantajını da kullanarak, kendilerine yatırım yapmaları için desteklemeye ne dersiniz. Kitap önerileri sunmak, Bilgi Üniversitesi gibi kurumlarda açılan bu konulardaki çalışmalara katılmalarını desteklemek, farkında oldukları gelişim alanları ile ilgili adım atmalarını sağlamak, çalışmayı daha net anlatıp hatta kısa bir koçluk seansı ile rahatlamalarını sağlamak iyi bir başlangıç olabilir mi?

Soru ve yorumlarınızı bekliyorum. Çalışmalarınızda başarılar.