Biliyor
musunuz neyi fark ettim; bizi kaygılarımız (siz buna endişe veya korku da
diyebilirsiniz) yönetiyor. Ne çok kaygım olduğunu da maalesef 50 yaşıma
yaklaşırken fark etmiş olmanın kaygısından ise size hiç bahsetmeyeceğim.
Okul
yıllarım, notlar ve sınıf geçme kaygıları ile geçti. Sonra kızlara kötü
görünmek, belki diğerlerinin gözünde küçük düşmek derken üniversitede hangi
bölüme girebileceğim konusunda endişelenmeye başladım. Derslerimi geçme kaygım
sona doğru iş bulma kaygıma dönüştü. Bu kişi doğru kişi mi kaygım evlilik endişeme,
evin sorumlulukları, işimi kaybetme, başarısız olma kaygılarıma, bebeğimiz ile
ilgili babalık kaygılarım da sağlığı ve geleceği endişelerime oğul verdi.
Başka
ülkeye yerleşmekten korktum, kızım ne yapar oralarda, arkadaşları var burada
dedim, ailem için endişelendim, arkadaşlarımı, dostlarımı kaybetmekten kaygılandım.
Sonra işimi kurdum, başaramamaktan korktum, eşimi mutsuz etmekten, taksitlerimi
ödeyememekten. Müşterilerimi kaybetmekten korktum, yenilerini bulamamaktan,
eskimekten, emeklilikten...
Bakıyorum
ki nerdeyse her mücadelem aslında bir kaygımdan kaynaklanmış. Ne çok 'bir de
şunu atlatalım, bir de şu işi halledersek, şunu yaptı mıydık tamam' cümlesi var
hayatımda. Hepsinin tek tek üstünden gelmeyi başardım. Kötü not aldığım gün de
oldu, hüsrana uğradığım da; işimi kaybettiğim de oldu, sevdiğimi kaybettiğim
de. Neyse ki hiç yüzüm kara çıkmadığı gibi nihayetinde iyi sonuçlar aldım ve
bugünlere ulaştım.
Şimdi
yazarken düşünüyorum da daha buraya yazamadıklarımla birlikte bütün bu kaygılarla
zaman nasıl geçmiş, ben nasıl hala koşuyorum diye. Spencer Johnson çok satan
‘Peynirimi Kim Kaptı’ isimli kitabında ne güzel soruyor; ‘Korkmasaydın ne
yapardın?’ Sonra bir sonraki soru geldi aklıma 'neden'; neden bu kaygılar,
endişeler, neden bu kadar zorlamak. Sonra sorular izledi bir birini...
Çünkü ''başarmak güzeldi'' dedim. O haza değmez miydi
?
Kendi kendime, ''hedefi de sen koyuyorsan başarı nedir ki, bir diğer kaygın değil mi? ''diye sordum
Hedefleri
düşük mü tutalım o zaman, bu çaba gereksiz mi?
Hayır,
ben olduğum yeri, eşimi, çocuklarımı, işimi, yaşam biçimimi, kısacası hayatımı
seviyorum.
Sonra
bazı yeni kararlar aldım.
Birincisi
çocuklarımı artık kaygılarla büyütmeyeceğim. Benden, öğretmenden, kaybetmekten
korkmasınlar; sevdikleri ve istedikleri için yapsınlar ve hep denesinler.
Biliyorum
ki kaygılar hep olacak. Dün nasıl ki korktuğumda annemin ya da babamın sevgisi,
en endişeli anımda eşimin veya çocuklarımın bir dokunuşu beni rahatlatıyordu,
o halde kaygının ilacı sevgi olmalı. Hayatı, insanları, getirdikleri
sürprizleri sevmek, hepsini bir bütünün parçası olarak bizi daha ‘iyi’ olmaya
götürecek öğrenme fırsatları olarak kucaklamak, çevremize, yaşadıklarımıza ve
yaptıklarımıza o muhteşem dokunuşlarla sunulan bir parça şefkat eklemek
yaşamlarımızı yeni boyutlara taşımaz mı gerçekten ?
‘İyi'
liderler dendiğinde nasıl ki aklımıza gelen isimler hep sevgi ile insanlara
hizmet ve yardım için koşanlar, ben de bu amaç için var olmalıyım. Çocuklarımın
kaygılarını dindirirken yarını konusunda endişelenen bir kişiye dokunabilmek, eşimi
rahatlatırken zordaki bir dostuma çözüm üretebilmek, bir çalışanımın ufkunu
açarken bir danışanımın sahip olduğu potansiyeli fark etmesine yardım edebilmek
aslında istendiğinde ne kadar kolay olabilir, öyle değil mi.
Mademki hayatın her alnında liderlik diyoruz, yarın ne kadar iyi bir lider olduğumuzu oluşturduğumuz gücün büyüklüğü değil, ne kadar hizmet ve özveride bulunduğumuz gösterecektir. Kaygısız yarınlarınızda sevgi ile kalın.
Eren İkiz
Resim 1 : Army Poster Print by Tommy Ingberg