PPT'nin Ölümü

    Ben yaptığım ilk sunumu çok iyi hatırlıyorum. Yeni şirketimde kalabalık bir satış ekibi önünde yeni bir hizmeti anlatmam gerekiyordu. ‘Büyüklerimden’ ‘tepegöz’ denen aletle kullanabileceğim şeffaf kağıtlara baskı yapabilen bir yazıcımız olduğunu öğrendim. Okulda bu tür kağıtlara yazabilen kalemler de görmüştüm. Ne yapacağımı düşünürken birden aklıma takıldı. Seyrettiğim bütün sunumlar neredeyse istisnasız sıkıcıydı; hem de öyle böyle değil. Sunan kişi ekrana yansıttıklarını araya bir kaç cümle ekleyerek okuyordu. İzlerken hissettiklerim aklımdan geçince ben sunarken izleyicilerimin de aynı şeyleri hissedecekleri gerçeği soğuk bir duş etkisi yarattı ve düşünmeye başladım; ne yapabilirim. O zamanki şartlarda sunacağım ürünün parçalarını ayrı ayrı basıp kestim, elimle boşluklardan oluşan bir çizim hazırladım. Sonra da bir fayda, maliyet görseli ile işi bitirdim. Sunum gerçekten ‘hit’ olmuştu. Elimden geldiğince de ondan sonra farklı yapmaya özen gösterdim.
    Bugün bakıyorum sunumlarda yeni bir standart oluşmuş. Düz yazılar ‘bullet’ denilen maddelere dönüştürülüyor, yanlarına minik resimler, çizimler konuyor. Aralara bir kaç 3 boyutlu grafik ve sükseli bir arka plan ile iş bitiriliyor. Bir birinin neredeyse aynı sunumlarda bazen yüzlerce minik kelimeyi okurken gözler kapanıyor. Yenilik yazının ya da grafiğin bir animasyonla ekrana gelmesi ile tamamlanıyor. Internet bu sunumlara bir isim bile bulmuş; ‘Öldüren PPT’
    Diğer taraftan bazı sunumlar var ki bunlar ayakta alkışlanıyor, örnek gösteriliyor. Asıl soru burada ortaya çıkıyor; ben bu tür sunumları nasıl yapabilirim. Ben dilim döndüğünce bir kaç tanesini paylaşmak isterim;

       Öncelikle  isterseniz standart sunum akışına bir göz atalım.
       ·      Bilgisayarı aç
·      Eski bir sunumu aç
·      Ne yapacağız diye kendine sor.
·      Elindeki her şeyi o sunuma kopyalamaya başla.
·      Resimler bul, formatı ayarla ve bitir. 

Lütfen bir daha asla böyle yapmayın; ASLA. Önerim şu şekilde;

·      Renkli kalemler alıp boş kağıt üzerinde
     kime,
   ne anlatacaksın,
   ne elde etmek istiyorsun; yazın


·      En kilit nokta nedir, destekleyici noktalar nelerdir, işaretleyin.
·      Ardından bunları bir hikayeye dönüştürün.
·      Sonra bu hikayeyi kutulara bölüp bir akış oluşturun.       
  • Bu akışı bilgisayar ortamına taşıyın. Unutmayın ne kadar kısa o kadar etkili.
  • Her sayfa vereceğiniz mesaja paralel ve izleyici kitlesine uygun 1 kocaman fotoğraftan oluşsun. Fotoğraf mutlaka mesajı vuran, hatırlanacak cinsten olsun.
  • Twitter yöntemi kullanın. Resmin üzerinde bir kaç kelimeden oluşan bir mesaj bulunsun, sadece...
  • Yetmez derseniz hadi size yer açalım, 3 satır, en fazla 3’er kelime. Hepsi bu kadar, yeni dü
  • nya hız ve netlik istiyor. Detayları siz zaten anlatırken dolduracaksınız. Yoksa size gerek kalm
  • azdı, unutmayın.
  • ‘Bullet’ kesinlikle yasak.
  •  Üst üste olmaz derseniz resim solda yazı sağda olmalı. Bildiğim kadarı ile hala soldan sağa okuyoruz unutmayın.
  • Mümkünse Powerpoint, Keynote vb gibi araçları aradan kaldırın; cesaretiniz varsa flipchart üzerinde renkli, kalın kesik uçlu kalemler kullanın. İzleyici ile birlikte  canlı yayında sunumu oluşturun. Konuyu çok iyi bilmeniz gerekir unutmayın. Ancak özellikle küçük gruplarda çok etkili olduğunu düşünüyorum.
  • İlk okul hocam Aysel Hanım hep şunu söylerdi, giriş, gelişme, sonuç çocuklar. Sihirbaz filmini seyredin, benzer bir yaklaşım göreceksiniz. Kurala uyun. Önce hikayenizi anlatıp merak uyandırın, Sonra sorunu anlatıp düşmanı gösterin ki ardından gelecek kurtarıcı heyecan yaratsın. Vee şapkadan tavşanı çıkarın, vala, işte kahramanınız. Son sayfada diğer faydaları kısaca özetleyip bitirin.

    Sunumu hazırladığınız şimdi sıra nasıl sunacağımızda. O da bir başka yazıya. En önemli konunun sunumda göstereceğiniz inanç, istek ve enerjiniz olduğunu unutmayın.

Eren İkiz

Motivasyonun ölümcül sorusu: Prim ister misin?



Satış ekibiniz var, ölçülebilir, net hedefleri gerçekleştiriyorlar ve onları paralel kurulmuş prim sistemleri ile motive etmek istiyorsunuz. Pek çoğu durumdan memnun, rekabet ve performans artıyor. Ama operasyon destek vermeseydi yapabilirler miydi? Bilgi işlemin raporları ve yeni çözümleri olmasa; faturalar, tahsilatlar ne olacak? Akabinde müşteri hizmetleri telefonları hatırlatırken ürün geliştirmenin mesajı sonrası karmaşık prim sistemleri ile planı genişletiyorsunuz. İşin ilginç yanı ortaya çıkan yeni durumdan kimse memnun olmadığı gibi performansta da beklenen ilave gelişimi bir türlü yakalayamıyorsunuz. Neden?

Para motive eder mi sorusu sanırım yıllardır sorulur ve kanımca cevabı nettir; evet ama belirli şartlar altında ve belirli sürelerde.


Konu maaş ise sanırım artış herkesi memnun eder, kaybetmekle ilgili endişeleri artırır ki bu sirkülasyonu düşürürken mutsuz çalışanları artırır. Özellikle düşük ücretle çalışanlar, ücretinin işine göre düşük olduğuna inananlar, kazancının üstünde gideri veya borcu olanlar için pozitif etkisi çok daha fazladır. Ta ki bir kaç ay geçip yeni durum benimsenene kadar. Ne zaman ki kredi kartı ekstresindeki pasta grafik 3 ay önceki oranlara, ama daha yüksek tutarlarla oturur insanlar sormaya başlar; başka ne var?

İkinci önemli ayrıntı ise prim sisteminin motive edici etkisi ile ilgilidir. Prim vermek doğru bir yaklaşım mı? Bu konuda da görüşüm net; belirli konular ve görevler söz konusu olduğunda ilave üretenin ilave gelir kazanması doğru bir yaklaşımdır. En can alıcı soru ise bu noktada gelir; hangi konular ve görevlerde?

Mum problemini duydunuz mu? Karl Dunker 1945 yılında (evet yanlışlık yok; 1945 ) çok ünlü ve konuşulan bir deney yapar. Katılımcılara bir takım malzemeler verip tanımladığı problemi çözmelerini ister. 1 kutu dolusu raptiye, 1 mum ve 1 kibrit. Katılımcıların mumu duvara öyle bir şekilde tutturmaları gereklidir ki yakıldığında masaya damlamasın. Nasıl yaparsınız bir düşünün lütfen.

Aslında mantık çok basittir. Raptiyeleri masaya döker, kutuyu duvara raptiyeler, mumu kutuya koyar ve yakarsınız. Ancak deneklerin sorunu çözmeleri çok kolay olmaz, zira verileni bir kutu raptiye olarak algılar beyinleri, kutu ve raptiyeler olarak değil. Karl Dunker duruma şaşırır ve aksini dener; kutuyu boş olarak, raptiyeleri masanın üzerine dökerek verir. Ve vala, çözüm bir anda çok çok kolaylaşır. Siz buna ‘at gözlüğü ile bakmak’ veya ‘operasyonel körlük’ diyebilirsiniz, onlar ‘functional fixedness’ ismini vermişler.

Sonra 1962’de Sam Glucksberg konuyu farklı bir açıdan ele almış ve sonuçları yayınlamış. Deneklerden basit, yani kutu ve raptiyelerin ayrı verildiği problemi çözmelerini istemiş. Ancak bu defa bir kısmına prim önermiş. Hız arttıkça prim artmaktaymış. Sonuçlar şöyle;

Prim verilenlerin ortalama çözüm süresi          : 3.67 dakika.
Prim verilmeyenlerin ortalama çözüm süresi   : 4.99 dakika.

Şaşıracak bir şey yok. Sam Gluckberg ardından zor deneyi aynı şartlarla tekrarlamış. Raptiyeler kutunun içinde verilmiş ve bir kısmına prim önerilmiş. Sonuçla bu defa bir hayli şaşırtıcı olmuş;

Prim verilenlerin ortalama çözüm süresi          : 11.08 dakika.
Prim verilmeyenlerin ortalama çözüm süresi   :   7.41 dakika.

Prim verilmesinin problemin içine bir parçacık bile yaratıcılık girdiği anda performansta önemli düşüşe sebep olduğu bu sonuçlardan da açıkça görülüyor. Bu problem yıllar içerisinde farklı şekillerde, ortamlarda ve kişilerle denenmiş ve sonuç her defasında benzer çıkmış. Neden?

Evet prim odaklanmayı sağlıyor ve kişilerin o hedefe koşmasını kolaylaştırıyor. İnsanlar bir tünelin içinden verilen hedefe, yani çıkıştaki ışığa doğru var güçleri ile koşuyorlar. Peki ya hedef net değilse, farklı yollar ve alternatifler, karmaşık labirentler, çok boyutlu düşünce sistemleri sizi çıkışa ulaştıracaksa. O zaman prim sistemi yaratıcılığı ve çabuk başarıların gelmemesi ile mücadele hırsını öldürmeye başlıyor. Sonuçta denekler başarısız oluyor, performans düşüyor.

Her gün bir öncekinin aynı veya benzer işleri yapan çalışanlar prim sistemleri ile motive olup daha hızlı çıkışa ulaşmak için koşuyorlar. Ancak farklı çözümler bulmaları gereken, her gün, her durumda farklılık yaratmaları gereken çalışanlar bu tür sistemler ile esnekliklerini, yaratıcılıklarını, kıvraklıklarını kaybediyorlar; dün buldukları garanti çözümleri daha çabuk yapmaya odaklanıp değişim aramıyorlar ve neredeyse ‘aptallaşıyorlar’ (pardon). Bu tür çalışanların motivasyonu primlerle değil, iş zenginliği, fikirlerine değer verilmesi, kararlara katılım, ekip çalışması (özellikle Y’lerde), kariyer fırsatları, yaratıcılık fırsatları ve en önemlisi bir amaç (hedef değil) uğruna çalışmak ile sağlanabiliyor.


Şimdi şirketlerimize bakıyorum da çalışanlarımızı bir yandan hedef - prim gibi sistemler ile neredeyse ölümüne koşturmaya çalışıp standartlaştırırken diğer taraftan yaratıcılığın, inisiyatif almanın, farklılığın, müşteriler ve çalışanlarla kurulan ortaklık tabanlı ilişkilerin değerinden bahsediyoruz. Öyle mi?

Eren İkiz

Sevdiğiniz işi nasıl bulursunuz?



''Sürdürülebilirliğin üç ilkesinin de tek bir ortak özelliği vardır. Bunlar %100 bizim kontrolümüzdedir. Kimse size kendinize dair yeni bir şey öğrenemeyeceğinizi, limitlerinizi zorlayamayacağınızı söyleyemez. Kendinize ait imkansızı öğrenin ve zorlayın.'' Scott Dİnsmore



           

Yönetici Rehberi 18

Durum
İşletme Fakültesinden mezun olduktan sonra baba mesleğiniz olan bankacılıkla iş hayatına atıldınız. Bir süre sonra uluslararası bir şirketten gelen, Finansal Hizmetler içerisindeki Finansal Kontrol pozisyonu teklifini kabul ederek geçiş yaptınız. Şirket içerisinde sevilen ve tüm yöneticileriniz tarafından başarılı olarak adlandırılan bir çalışan olarak tanınıyorsunuz. Artık sıkılmaya başladığınızı hissettiğiniz bir anda, şirketinizin bir başka şirketle yaptığı evlilik sonrasında işinizi kaybettiniz. Beklentileriniz, sıkışık ekonomik göstergeler ve bilgi birikiminize paralel boş pozisyonların oldukça seyrek olması sizi endişelendiriyor. Sürekli olarak aklınızdaki soru şu; nasıl bir yol izlemeliyim?

Yorum
Tekrar bir “değişim” durumu ile karşı karşıyayız. Bunun da diğerleri gibi sıkıntılı olacağı açık. Aslında her zaman söylediğimiz gibi, bu durum size mükemmel bir fırsat sunmaktadır. Burada kendinize sormanız gereken soru; belki ailenizin, belki o anda karşınıza çıkan teklifin cazibesi ile verdiğiniz karar sonrasında yaptığınız işi bundan sonra da yapmak zorunda olup olmadığınızdır. Eğer işinizi hobileriniz kadar seviyorsanız tabii ki evet. Ancak önünüzdeki fırsatı değerlendirip farklı bir alanda kendinizi sınama fırsatını da kaçırmak doğru olmaz. Aslında finans sektöründen yetişen kişilerin, satın almadan tahsilata, yatırımlardan satışlara ve üretime kadar resmin tamamında bilgi sahibi olmak gibi bir şansı vardır. Şirketlerin pek çok bölümdeki çalışanları eğitmek için büyük paralar harcadığı ve belki de tam olarak başarılı olamadığı alanlarda siz bilgi ve tecrübe sahibisiniz. Büyük ihtimalle detaylardan hoşlanan, sistematik ve zaman yönetiminde başarılı bir kişi olabilirsiniz. Ancak aynı zamanda rakam ve sonuçları insanların üzerinde görebilme riski de taşıyor olabilirsiniz. Kendinizi iç ve dış müşteri odaklılık gibi konularda destekleyerek farklı bir alanda mücadeleye sokabileceğinizi hatırlayınız. Bu amaçla çeşitli danışmanlık firmalarının “outsourcing” adı verilen çalışmalarından, profili analizi, doğru özgeçmiş oluşturma, kariyer desteği ve bireysel koçluk hizmetlerinden faydalanabileceğinizi unutmayınız. Bu arada motivasyonunuzu mutlaka yüksek tutmaya çaba gösteriniz. Doğru kanalı ve yöntemi belirledikten sonra aksiyon çok daha kolay ve etkili olacaktır.

Eren İkiz – Platin Dergisi