|
Home » All posts
Koçluk Görüşmeleri, Örnek: 1
in
Koçluk
- on 02:25
- No comments
Koşarcanın Kamburu
in
Değişim,
Farkındalık,
FarkındalıkveGelisim,
Gelişim,
kişisel gelişim,
Makaleler
- on 04:01
- No comments
Hatırlıyorum da küçük bir çocuktum, mini minnacık. Her Pazar akşamı
dedemlerde toplanırdık küçük bir aileydik ama herkes orada olurdu. Hep birlikte
masa örtüsü serilir, sofra kurulur, uzun uzun bitmeyen sohbetlerle yemek yenir,
biraz da demlenilirdi. Karşılıklı latifeler yapılır, duran zamanda bir arada,
aile olmanın keyfi sürülürdü.
Bir gün oğluma bakıp ‘ne de yavaş yiyor gene’ diye düşünürken, bir çocuğun
en naif hali ile dedi ki: ‘Birazcık
sohbet edelim baba, aceleye gerek var mı?’ O an afalladım, küçüklüğüm
aklıma geldi, güzel sohbetli yemekler, koşturmasız yaşamlar...
Hayat aslında bir varış noktası değil bir yolculuk. Kendi koyduğumuz sanal
hedeflerimize koşarken ve tabii ki çevremizdekileri koştururken keyfini sürmeyi
ıskaladığımız bir yolculuk aslında.
‘Peynirimi kim kaptı’ çok satan kitaplar arasında (pek çok kişiye önerdiğim)
başarılı bir çalışma. 2 farecik ile 2 insancık bir labirentte peynir peşinde
koşarlar. Sonra bir gün peynir bozulmaya başlar ve sonunda biter. İşte değişim
gerçekleşmiştir ve kocaman bir krize dönüşmüştür. Mırın ile Kırın, geçmiş
peyniri yad edip tekrar eski günlere dönmenin hayalini kurarken, Koklarca ile Koşarca
yeni peynirler bulmak için harekete geçerler. Kitabı okuyan herkes kendisini bu
4 karakter arasında bir yerlere konumlar. Birlikte çalışma fırsatı bulduğum pek
çok kişi Mırın ile Kırın arasında gider gelir. Nadiren Koklarca’lar çıkar.
Fakat şu da bir gerçek ki ben bir Koşarca’yım. Ortaya atılan bir fikir olsun,
aklıma gelen bir düşünce hiç fark etmez, ben hemen harekete geçerim. Dünü,
bugünü, yarını analiz eder, planlarımı yapar ve eyleme geçerim. Herkes
düşünürken ben yapar ve bitiririm. Bu yaklaşım bugüne kadar bana çok şey kazandırdı.
Hiç geç kalmadım, hiç yarım bırakmadım. Sadece yıllar sonra fark ettim ki
kocaman bir yarışın içerisinde koşuştururken bir şeyleri kaybetmişiz. ‘Hadi kızım’, ‘yesene oğlum’, ‘bak geç
kalıyorsun ama’, ‘hadi bitir şunu artık, bekliyorum’, ‘yine geç kaldık’, en
çok kullandığım klişelere dönüşmüş. Labirentte koştururken hayatı ıskalamaya
başlamışız.
Diğer yandan hızı seviyorum ben; araba kullanırken, işimi yaparken,
düşünürken, hesaplarken, tabii ki yemeğimi yerken, spor yaparken. Koşarca
olmanın kattıklarını asla yadsıyamam. Pek çok alanda fark yaratmamı sağladı.
Bir gün İsveç’te çalışırken Finli yöneticim ‘o kadar hızlı gidiyorsun ki insanlar yetişemiyor’ demişti. Evet, o
kadar hızlı gidince çevredekiler yetişemiyor, zirveye çıksan da yalnızlık
başlıyor. Kendine ve çevrene yarattığın stres ekleniyor. 5 dakikada yenen yemek
kesinlikle karın doyurup gereken enerjiyi veriyor; ancak keyif vermiyor.
Bir süredir dikkat ediyorum, Koşarca olmak hala güzel. Sadece artık
biliyorum ki Koşarca’nın bir de Kamburu var. Bu benim tarzım, benim kişiliğim
ve ona çok şey borçluyum. Sadece artık kamburumun farkındayım. Elimden
geldiğince ayrıştırmaya ve dikkat etmeye çalışıyorum.
Birincisi ‘aciliyet’ yaratmamaya
çalışıyorum. Örneğin sabah 20 dakikada koşturarak evden fırlamak yerine 20
dakika daha erken kalkıp rahat rahat işlerimi yapıyorum.
İkincisi tadına varmaya çaba gösteriyorum. Ailemle yediğim yemeğin biraz
daha uzaması bırakın kaybettirmeyi neler kazandırır bana, artık dikkat
ediyorum.
Üçüncüsü önemli işlerimin arasındaki ilişkiler kısmının altını tekrar
tekrar çizdim. Birisi ile beraberken telefon, mesajlar, veya yetişilecek işler
olmadan gerçekten orada olmak ne kadar güzel. Çevremdekilere zaman ayırıyorum,
göz ucuyla da olsa başka şeylere bakmadan orada olmaya çaba gösteriyorum.
Ve bekliyorum. İnsanları, çocuklarımı, grupta daha yavaş motor kullanan
arkadaşları, öndeki kamyonun sollamasını. Alzheimer’ın pençesindeki babamın
dakikalarca düğmesini iliklemesini beklerken çok şey öğrendim kendisinden. Onu
aklıma getiriyorum, herkes hızlı olmak zorunda değil ki.
Bunları duyunca sanmayın ki süper oldum. Hayır, zaman zaman geliyorlar bana
da. Bazen havamda olmayabiliyorum. Bazen hemencecik yapıveriyorum. Kimi zaman acele etmem gerekiyor, ya da yemeğin ortasında millet
iki kaşık aldı, sen bitiriyorsun sakin ol demem gerekebiliyor. İyi
haber şu ki farkındayım ve gelişiyorum. Bir adım attım ve arkası geliyor.
Dünyanın en sakin, en yavaş veya en dingin insanı olmak gibi bir hedefim yok.
Olmak da istemem zaten. Sadece kamburumla barıştım ve içimdeki koşarcayı
yönetebileceğimi gördüm. Yaşadığım git-gellerle kendi sentezimi oluşturuyorum.
Biliyorum ki sonuç çok daha iyi olacak.
Ben bunları yapıyorum, peki siz ne yapıyorsunuz?
Eren İkiz
Kaynakça
Resim 1: Noxx Anindhito
Resim 2: Martin De Pasquale
''İnsan her şeyin ölçüsüdür''
in
Duygusal Zeka,
FarkındalıkveGelisim,
Makaleler
- on 05:15
- No comments
Endüstri
devriminden başlayıp yakın tarihe kadar, iş dünyasında duygulara yer olmadı.
Her şeyin doğru gitmesi için gereken şeyler; mesai saatlerine uyum, bilanço
hesapları, yol gösterici olarak da aklın ve zekânın kullanılması vardı. Tamamen
rasyonalitenin hakim olmasının beraberinde, etkin yönetimi de olacağına inanılıyordu.
İş
dünyası ‘insanı merkeze almadan yapılacak her açıklamanın eksik olması’
gerçeğiyle, 20. yüzyılın sonunda tanıştı. Duygular artık organizasyonel yaşamın
içine yerleşiyordu ve somut problemlerin çözülmesi ne kadar kolay ise, duygusal
tabanlı soyut problemlerle başa çıkmak bir o kadar zordu. Zira alınabilinecek
en ‘akılcı’ kararda bile, insanların duygularının rolü yadsınamıyordu
![]() |
Not to be reproduced - Rene Magritte |
Günümüzde
iş dünyası her zamankinden daha çabuk bir şekilde, yeniliklerle karşı karşıya geliyor.
Organizasyonlarda bu durum, dikey hiyerarşilerin yataylaşmasına, iç ve dış
müşteri odaklı yaklaşımlara, astlar ve üstler arasında ki iletişim ve
ilişkilerin daha da önem kazanmasına sebebiyet veriyor. Önümüzdeki dönemde
kendi duygularını tanıyabilen, diğerlerinin duygularına önem verip ve
anlayabilen, insan ilişkilerinde başarılı olabilen ve kızgınlık ve stresi
anlarını kontrol altına alabilen insan başarılı olacaktır.
‘’
Yöneticiler, eğer başarılı olacaklarsa, onlarda ‘fazladan bir keskinlik’
gerekir. Bu keskinlik, 21. yüzyılın en önemli rekabet avantajlarından biri
olarak tanımlanan, duygusal zekâ yetenek ve becerileri ile ortaya çıkmaktadır’’.
Duygusal zeka’yı (EQ) iş hayatına taşıyan, Daniel Goleman’a göre ‘‘ Kendini
harekete geçirebilme, aksiliklere rağmen yoluna devam edebilme, dürtüleri
kontrol ederek tatmini erteleyebilme, ruh halini düzenleyebilme, sıkıntıların
düşünmeyi engellemesine izin vermeme, kendini başkasının yerine koyabilme ve umut
besleme…’’ bu kavramın temel açıklamasıdır.
EQ’nun,
Zihinsel zekadan(IQ) önemli olmasının sebebi, yüksek IQ’lu insanların özel
yaşamlarını inanılmayacak kadar kötü yönetebiliyor olmasıdır. ‘’IQ’nun hayattaki başarıya katkısı en fazla
yüzde yirmidir; geri kalan yüzde sekseni belirleyen başka etkenler vardır.’’
Duygusal
Zekâ’nın 5 ana öğeye sahiptir.
‘’1. Özbilinç.
Kendini tanıma (bir duyguyu oluşurken fark edebilme) duygusal zekânın
temelidir. Duygularını tanıyan kişiler, hayatlarını daha iyi idare ederler;
kiminle evleneceğinden hangi işe gireceğine kadar kişisel karar gerektiren
konularda ne düşündüklerinden çok daha emindirler.
2. Duyguları idare edebilmek.
Duyguları uygun biçimde idare yeteneği, özbilinç temeli üstünde gelişir. Kendini
yatıştırma, yoğun kaygılardan, karamsarlıktan, alınganlıklardan kurtulma
yeteneğini ve bu temel duygusal beceride başarısız olmanın sonuçlarını ele alıyor.
3. Kendini harekete geçirmek. Duyguları
bir amaç doğrultusunda toparlayabilmek, dikkat edebilme, kendini harekete geçirebilme,
kendine hâkim olabilme ve yaratıcılık için gereklidir. Tıkanıp kalmamak (akış
haline girebilmek) her tür yüksek performansı mümkün kılar. Bu beceriye sahip
kişiler, yaptıkları her işte daha üretken ve etkili olabilmektedir.
4. Başkalarının
duygularını anlamak. Duygusal özbilinç temeli üzerinde gelişen
diğer bir yetenek olan empati, insanlarla ilişkide temel beceridir. Empatik
kişiler başkalarının neye ihtiyacı olduğunu, ne istediğini gösteren belli
belirsiz sosyal sinyallere karşı daha duyarlıdır.
5. İlişkileri yürütebilmek.
İlişki sanatı, büyük ölçüde, başkalarının duygularını idare etme becerisidir. Bu
beceriler popüler olmanın, liderliğin, kişiler arası etkililiğin altında yatan
unsurlardır. Bu becerilerini çok geliştirmiş kişiler, insanlarla sürtüşmesiz
bir etkileşim sürdürmeye dayalı her alanda başarılı olur ve parlak bir sosyal
yaşam sürdürürler. ‘’
Sonuç
olarak merkezi insan olan organizasyonlar, yöneticilerin, çalışanların ve müşterilerin
duygusal taleplerinin ve beklentilerinin sık sık karşılaştığı karmaşık bir
sahadır. Şirketlerin daha etkin ve verimli olması ile birlikte, çalışanlarında
mutlu olmasını sağlayacak şey, duygusal zekânın bireysel ve örgütsel başarıda
ki öneminin bilinmesidir.
Eren Akarvardar
KAYNAKÇA
Goleman, D. (2000). Duygusal
Zeka. İstanbul: Varlık
Acar, F.T.(2001). Duygusal
Zeka Yeteneklerinin Göreve Yönelik ve İnsana Yönelik Liderlik Davranışları İle
İlişkisi: Banka Şube Müdürleri Üzerine Bir Alan Araştırması. İstanbul
Yönetici Rehberi 17
in
kişisel gelişim,
Yönetici Rehberi
- on 02:32
- No comments
DURUM;
Çalışanlarınızdan birisi,
kendisini göndermek istediğiniz bir kişisel gelişim eğitimine katılmak
istemiyor. Eğitimin hafta sonu olması ve ekibin oldukça yoğun mesailerle
çalışıyor olması sizi zorluyor. Kişiyi eğitime göndermek adına nasıl bir yol izlersiniz?
A) Yöneticisi
olduğuma göre gerekirse biraz sertçe eğitime katılmasını söylerdim.
B) Kendisini
ikna etmek için çaba sarf eder ve bu kadar basit bir konuda tartışma yaratmamak
adına eğitime gitmesini ve planlanan eğitim saatini tutturabilmemiz için üstüne
düşeni yapmasını isterdim.
C) Neden
bu eğitime ihtiyacı olduğu konusunda objektif delillerle farkındalık yaratarak,
eğitime gitmek için isteklendirir, kariyerine katkısını ortaya koymaya
çalışırdım.
YORUM;
Aslında her 3 durumda da
çalışanımızı eğitime göndermeyi başardıysak da, amaç eğitime göndermek mi,
yoksa eğitimden fayda sağlamasını sağlamak mı karar vermeliyiz. A-B seçeneğinde
kişi biz zorladığımız için eğitime katılacak ancak kahve molalarında ki kekler
dışında pek bir fayda elde etmeden eğitimi tamamlayacaktır. Hiç kimseyi eğitim
saatini tamamlamak adına eğitime göndermemeliyiz. Bu, zaman, para ve çalışan
için motivasyon kaybı demektir. Kişisel değişimin temelinde farkındalık yatar.
Bu amaçla objektif delillerle “dün” belirlediğiniz gereksinimlerle, kariyeri
için “yarın” ihtiyaç duyacağı alanları anlamasını ve “bugün” yapacaklarımız
konusunda mutabakatını kazanmalıyız. Eğitim bugün için iyi bir başlangıç
olacaktır. Ayrıca eğitim öncesinde kişi istekli dahi olsa neden eğitime gönderildiğini,
eğitim sonrasında kendisinden neler beklediğinizi, bunları ne zaman ve nasıl
hayata geçirmesi gerektiğini de konuşmalıyız. Eğer eğitim sonrası için bir
toplantı zamanı belirler ve bu toplantıda yukarıdaki konularda birlikte adımlar
planlayabilirsek ve hatta öğrendiği temel noktaları diğerlerine de aktarmasını
sağlayabilirsek kişinin katıldığı eğitimden büyük fayda sağlayarak ayrılacağı
açıktır.
Eren İkiz - Platin Dergisi
Mutlu Olmak İçin İhtiyaç Olan Nedir
in
FarkındalıkveGelisim,
Makaleler,
Pozitif Bakış
- on 23:43
- No comments
‘’İnsan
yalnızca dertlerini saymaktan hoşlanır, mutluluklarını ise saymaz’’ bu kışkırtıcı cümlenin
sahibi Dostoyevski bana göre oldukça haklı.
Kendisinin
mutsuz olduğunu söyleyen çok insanla karşılaşıyorum. Zihinlerine pelesenk olmuş
‘mutluluk’ kalıbına giremedikleri an mutsuz olduklarını düşünüyorlar. Mutlu olabilme ihtimali onlara inandırıcı
gelmiyor.
Maalesef
bizler büyütülürken, mutluluğun başarılarla elde edilebileceği öğretildi. Umut
ve mutluluğun kipi ‘’Ah bir zengin olsam!’’ diye söylenildi. Bu nedenle, daha
fazla para kazanmak, daha yüksek mevkilere terfi etmek, sanki mutluluğu da
beraberinde getirecek algısına sebep oldu.
The
Beatles’ın ‘’Can’t Buy Me Love’’ şarkısında ki gibi, mutluluğu para getirmez.
Mesleki başarılar da kalıcı mutluluk getirmez. The Happiness Advantage (
Mutluluk Avantajları) kitabı yazarı Shawn Achor’un yaptığı çalışmalara göre,
mutluluğu arttırmak insanların kendi ellerinde. Gün sonunda minnet duyulan üç durum yazmak, etrafındaki birisine olumlu mesaj vermek minvalinde alışkanlıklar edinilirse, altı ayın sonunda mutluluk seviyeniz artacaktır.
Olumlu
bilince sahip olanlar hayatın her alanında daha yüksek performans gösterirler.
Bir konuya olumlu bakabilmek, işin başından insanı başarıya ulaştıracaktır.
Achor’un
araştırmaları, olumlu bakış açısı ve mutluluğun iş performansı üzerine
etkisinin çarpıcı boyutta olduğunu gösteriyor. ‘’Olumlu yaklaşıma sahip
çalışanların performansı, olumsuzların en az yüzde 30 üzerinde seyrediyor. Bu
tip insanların enerji seviyeleri, satış sonuçları yükselirken işten ayrılma
oranlarıyla sağlık harcamaları düşüyor. Olumlu davranışa ve bakış açısına sahip
doktorların, doğru teşhis koyma oranları bile yüzde 50 yükseliyor. Olumlu yaklaşım,
başarının en kesin ön habercisidir”
![]() |
Yue Minjun |
Pozitif
perspektif sadece iş yaşamımızda değil, hayatın her noktasında bizleri
mutluluğa ulaştıracaktır. Şair Sezai Karakoç, masalların tembel olarak bizlere
sunduğu ağustos böceğini farklı betimleyerek, olumlu bakış açısı hakkında nefis
bir örnek vermiştir.
‘’Ey
masalcı adam iftira ettin sen
Bu harikalar harikası böceğe
Onu suçladın tembellikle
En çalışkan onu görüyorum ben
Hiç bir karşılık beklemeden
Yazı ağustosu çamı çınarı
Tanıtıyor bize yazı ağustosu çamı ve çınar’’
Bu harikalar harikası böceğe
Onu suçladın tembellikle
En çalışkan onu görüyorum ben
Hiç bir karşılık beklemeden
Yazı ağustosu çamı çınarı
Tanıtıyor bize yazı ağustosu çamı ve çınar’’
Pozitif
yaklaşım ve mutluluğu kalıcı hale getirmek, başarıları da beraberinde
getirecektir. Önemli olan bu gönenç avantajlardan ne kadar yararlanabilecek
olmamızdır.
Eren
Akarvardar
Achor, S. (2010). The
Happiness Advantage: The Seven Principles of Positive Psychology. New York:
Crown Business
Şahin, Özgür. (2010, 10 Kasım.) Olumlu bakış açısı nasıl geliştirilir? http://www.kendinigelistir.com/olumlu-bakis-acisi-nasil-gelistirilir/
KAYNAKÇA
Achor, S. (2010). The
Happiness Advantage: The Seven Principles of Positive Psychology. New York:
Crown Business
Şahin, Özgür. (2010, 10 Kasım.) Olumlu bakış açısı nasıl geliştirilir? http://www.kendinigelistir.com/olumlu-bakis-acisi-nasil-gelistirilir/
Kaygılarım
in
FarkındalıkveGelisim,
liderlik
- on 02:23
- No comments
Biliyor
musunuz neyi fark ettim; bizi kaygılarımız (siz buna endişe veya korku da
diyebilirsiniz) yönetiyor. Ne çok kaygım olduğunu da maalesef 50 yaşıma
yaklaşırken fark etmiş olmanın kaygısından ise size hiç bahsetmeyeceğim.
Okul
yıllarım, notlar ve sınıf geçme kaygıları ile geçti. Sonra kızlara kötü
görünmek, belki diğerlerinin gözünde küçük düşmek derken üniversitede hangi
bölüme girebileceğim konusunda endişelenmeye başladım. Derslerimi geçme kaygım
sona doğru iş bulma kaygıma dönüştü. Bu kişi doğru kişi mi kaygım evlilik endişeme,
evin sorumlulukları, işimi kaybetme, başarısız olma kaygılarıma, bebeğimiz ile
ilgili babalık kaygılarım da sağlığı ve geleceği endişelerime oğul verdi.
Başka
ülkeye yerleşmekten korktum, kızım ne yapar oralarda, arkadaşları var burada
dedim, ailem için endişelendim, arkadaşlarımı, dostlarımı kaybetmekten kaygılandım.
Sonra işimi kurdum, başaramamaktan korktum, eşimi mutsuz etmekten, taksitlerimi
ödeyememekten. Müşterilerimi kaybetmekten korktum, yenilerini bulamamaktan,
eskimekten, emeklilikten...
Bakıyorum
ki nerdeyse her mücadelem aslında bir kaygımdan kaynaklanmış. Ne çok 'bir de
şunu atlatalım, bir de şu işi halledersek, şunu yaptı mıydık tamam' cümlesi var
hayatımda. Hepsinin tek tek üstünden gelmeyi başardım. Kötü not aldığım gün de
oldu, hüsrana uğradığım da; işimi kaybettiğim de oldu, sevdiğimi kaybettiğim
de. Neyse ki hiç yüzüm kara çıkmadığı gibi nihayetinde iyi sonuçlar aldım ve
bugünlere ulaştım.
Şimdi
yazarken düşünüyorum da daha buraya yazamadıklarımla birlikte bütün bu kaygılarla
zaman nasıl geçmiş, ben nasıl hala koşuyorum diye. Spencer Johnson çok satan
‘Peynirimi Kim Kaptı’ isimli kitabında ne güzel soruyor; ‘Korkmasaydın ne
yapardın?’ Sonra bir sonraki soru geldi aklıma 'neden'; neden bu kaygılar,
endişeler, neden bu kadar zorlamak. Sonra sorular izledi bir birini...
Çünkü ''başarmak güzeldi'' dedim. O haza değmez miydi
?
Kendi kendime, ''hedefi de sen koyuyorsan başarı nedir ki, bir diğer kaygın değil mi? ''diye sordum
Hedefleri
düşük mü tutalım o zaman, bu çaba gereksiz mi?
Hayır,
ben olduğum yeri, eşimi, çocuklarımı, işimi, yaşam biçimimi, kısacası hayatımı
seviyorum.
Sonra
bazı yeni kararlar aldım.
Birincisi
çocuklarımı artık kaygılarla büyütmeyeceğim. Benden, öğretmenden, kaybetmekten
korkmasınlar; sevdikleri ve istedikleri için yapsınlar ve hep denesinler.
Biliyorum
ki kaygılar hep olacak. Dün nasıl ki korktuğumda annemin ya da babamın sevgisi,
en endişeli anımda eşimin veya çocuklarımın bir dokunuşu beni rahatlatıyordu,
o halde kaygının ilacı sevgi olmalı. Hayatı, insanları, getirdikleri
sürprizleri sevmek, hepsini bir bütünün parçası olarak bizi daha ‘iyi’ olmaya
götürecek öğrenme fırsatları olarak kucaklamak, çevremize, yaşadıklarımıza ve
yaptıklarımıza o muhteşem dokunuşlarla sunulan bir parça şefkat eklemek
yaşamlarımızı yeni boyutlara taşımaz mı gerçekten ?
‘İyi'
liderler dendiğinde nasıl ki aklımıza gelen isimler hep sevgi ile insanlara
hizmet ve yardım için koşanlar, ben de bu amaç için var olmalıyım. Çocuklarımın
kaygılarını dindirirken yarını konusunda endişelenen bir kişiye dokunabilmek, eşimi
rahatlatırken zordaki bir dostuma çözüm üretebilmek, bir çalışanımın ufkunu
açarken bir danışanımın sahip olduğu potansiyeli fark etmesine yardım edebilmek
aslında istendiğinde ne kadar kolay olabilir, öyle değil mi.
Mademki hayatın her alnında liderlik diyoruz, yarın ne kadar iyi bir lider olduğumuzu oluşturduğumuz gücün büyüklüğü değil, ne kadar hizmet ve özveride bulunduğumuz gösterecektir. Kaygısız yarınlarınızda sevgi ile kalın.
Eren İkiz
Resim 1 : Army Poster Print by Tommy Ingberg